Bir kimsenin zekât vermekle mükellef olması için Müslüman, hür, akıllı, büluğ
çağına erişmiş olması; borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da
hükmen artıcı mahiyette yani kazanç sağlayıcı nitelikte ve üzerinden bir yıl
geçmiş nisap miktarı mala sahip olması gerekir.
Nisap, zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik
ölçüsüdür. Nisap, asgarî zenginlik ölçüsü şeklinde de tanımlanabilir. Borcundan
ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak bu kadar mala sahip olan kişi dinen zengin
sayılır. Böyle bir kişi, zekât veya sadaka alamayacağı gibi; sadaka-i fıtır
vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Borçtan ve aslî ihtiyaçlarından fazla
olan bu malın artıcı olması ve üstünden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtının
verilmesi gerekir. Zenginliğin asgari sınırı olan “nisap” Hz. Peygamber
tarafından belirlenmiştir. Bu asgarî sınırlar, o dönem İslam toplumunun ortalama
hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadislerde belirlenen
nisap miktarları şöyle sıralanabilir: 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para
veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının
belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı
olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik
şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur.
Havaic-i asliyye, temel ihtiyaçlar demektir. Fıkhi değerlendirmelerde temel
ihtiyaçları karşılayan, bu yüzden de zekâta tabi olmayan maddi varlıklar
havaic-i asliye olarak ifade edilir. İslam’da diğer bedenî ve malî
yükümlülüklerde olduğu gibi, zekâtta da mükellefin durumu göz önünde
bulundurularak, ona makul ve taşınabilir bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu nedenle
İslam bilginleri, zekât ve sadaka-i fıtr ile yükümlü olmak için, kişinin ve
bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin temel ihtiyaçlarından fazla olarak
nisap miktarı mala sahip olma şartını aramışlardır. Temel ihtiyaç miktarı mal,
kişinin yaşaması için zarurî olan miktardır. Temel ihtiyaç maddeleri insanın
hayat ve hürriyetini korumak için muhtaç olduğu şeylerdir. Bunlar, genel olarak,
nafaka, oturulan ev, ev eşyası, ihtiyaç duyulan elbise, borç karşılığı mal,
sanat ve mesleğe ait alet ve makineler, binek taşıtları, ilim için edinilen
kitaplar gibi eşyadır.
Sanat ve mesleğin icrası için gerekli olan araç gereç, makine ve malzemeler,
aslî ihtiyaçlardan olup bunların zekâtının verilmesi gerekmez. Ancak, kendi
mesleğinin icrası için değil de, ticaret için üretilen veya ticari amaçla alınıp
satılan araç-gereç, malzeme ve makinelerin zekâtının verilmesi gerekir.
Oruç ve hac ibadetlerinde olduğu gibi zekât konusunda da kameri ay hesabı
uygulanır. Zekâtın farz olması için nisap miktarı malın üzerinden bir kameri
yılın geçmesi gerekir. Buna rağmen mal sahibi dilerse vakti gelmeden önce de
nisap miktarına ulaşan malının zekâtını verebilir.
Zekât vermenin belli bir zamanı olmayıp, farz olduğu andan itibaren verilmesi
gerekir. Bunun için belli bir ayı veya Ramazanı beklemeye gerek yoktur. Zekât
vermekle yükümlü olanların, yükümlü oldukları andan itibaren en kısa zamanda
zekâtlarını vermeleri uygun olur.
Kâr amacıyla alınıp satılan mallara “ticaret malları” denir. Borçtan ve aslî
ihtiyaçlarından fazla 80.18 gr. altın değerinde ticaret malına sahip olan
kişinin, bu malın elde edilmesinin üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde, kırkta bir
(%2,5) oranında zekâtını vermesi gerekir. Zekât, ileride elde edilmesi muhtemel
kârdan değil, mevcut sermayeden ödenmesi gereken mali bir ibadettir. Bu
itibarla, ticaret malının zekâtı verilirken, kârsız olarak zekâtının verildiği
tarihteki değeri esas alınır.
Geri ödeneceği kesin olan alacakların, her yıl alacaklı tarafından zekâtlarının
ödenmesi gerekir. Alacak tahsil edilmeden önce zekâtı verilmemişse, tahsil
edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekâtlar da ödenmelidir. İnkâr edilen veya
geri alınma ihtimali olmayan alacakların her yıl zekâtının verilmesi gerekmez.
Şayet böyle bir alacak daha sonra ödenirse, alacaklı bu tarihten itibaren zekât
mükellefi olur; geçmiş yıllar için zekât ödemez.
Ödeme güçlüğü çeken borçlu kişi, kendisine zekât verilebilecek kişilerden ise,
böyle bir kişide alacağı bulunan kişi, ondaki alacaklarını zekâta mahsup
edebilir.
Odun, kamış (şeker kamışı hariç) ve ottan baka topraktan elde edilen her türlü
ürünün, nisap miktarına ulaşması hâlinde (yaklaşık 650 kg.) zekâtının verilmesi
gerekir. Yüce Allah; “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık
olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin…” (Bakara, 2/267); “Çardaklı ve
çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine
benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Herbiri meyve
verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devrilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve
sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”
(En’am, 8/141) buyurmaktadır. Hz. Peygamber de, “Yağmur ve nehir sularıyla
sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova (el emeği) ile sulananlarda ise
yirmide bir vardır.” buyurmuştur (Buhârî, “Zekât”, 55). Hadiste de belirtildiği
gibi, mahsulün zekâtının verilmesinde toprağın işlenmesi ve su kullanımı esas
olarak alınmaktadır. Buna göre toprak emek sarf edilmeden yağmur, nehir, dere,
ırmak ve bunların kanallarıyla sulanıyorsa, çıkan mahsulün 1/10’i; kova, dolap
gibi emekle veya suyun ücretle alınması, motorla sulama gibi masraf gerektiren
bir yolla sulanıyorsa 1/20’i zekât olarak verilir.
Malın zekâtı, kendi cinsinden verilebileceği gibi belli olan başka maddelerden
de verilebilir. Buna göre, hayvanların zekâtını vermek isteyen kimse, kendi
cinsinden verebileceği gibi, değerleri üzerinden de verebilir. Ancak fakirin
yararına olanı tercih etmek daha uygundur.
Altın ve gümüş dışındaki ziynet eşyaları zekâta tabi değildir. Altın ve gümüşten
yapılmış ziynet eşyaları ise, zekât için gerekli diğer şartları da taşıdığı
takdirde zekâta tabidir. Bu itibarla altından yapılmış ziynet eşyaları, 80.18
gr. veya daha fazla ve üzerinden bir yıl geçmiş ise zekâta tâbidir.
Fiilî olarak bir şirketin ortağı olan kişi, şirketin büro, alet vb. duran
varlıkları dışındaki dönen varlığından kendi hissesine düşen miktarın, nisaba
ulaması ve üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtını vermesi gerekir. Sanayi
sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin; duran varlıkları (üretim aletleri,
makine vb.) zekâttan muaf; borçlar, malzeme, işçilik, üretim, pazarlama,
yönetim, finansman vb. giderlerin maliyet hesapları yapılıp çıkarıldıktan sonra
dönen varlıkları (yarı mamul ve üretilmiş mallar, hammaddeler, nakit para, çek
vs.) ise net kâr ile birlikte % 2,5 (Kırkta bir) oranında zekâta tabidir.
Zekât ve fitrenin kimlere verilebileceği Kur’an-ı Kerim’de belirlenmiştir.
(Tevbe Sûresi, 60) Bunlar; fakirler, düşkünler, esaretten kurtulacaklar, borçlu
düşenler, Allah yolunda cihada koyulanlar (mukaddesatı korumak için mücadele
verenler, ilim tahsil edenler), yolda kalmış olanlar, zekât toplamakla
görevlendirilen memurlar ve müellefe-i kulûb adı verilen, kalpleri İslam’a
ısındırılmak istenen kimselerdir.
Zekât ve fitrenin, Tevbe suresinin 60. ayetinde sayılanlar dışında kalan kişi ve
kuruluşlara verilmesi caiz değildir. Ayrıca zekât verilecek kişi, bu şartları
taşısa bile zekât mükellefleri; 1) ana, baba, büyük ana ve büyük babalarına, 2)
oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklarına, 3)
Müslüman olmayanlara, 4) karı-koca birbirlerine xekât veremez.
Aldıkları zekât ve fitreleri bir fonda toplayıp bunu yalnızca Tevbe suresinin
60. ayetinde belirtilen yerlere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her
bakımdan güvenilen kimseler eliyle yönetilen dernek, kurum ve yardımlaşma
fonlarına zekât ve fitre verilmesinde dinen bir sakınca yoktur.
İslam’da zekât ve fitrenin, kişilerin sınıf ve meslek gruplarına bakılmaksızın,
kimlere verilip verilemeyeceği açıkça belirlenmiştir. Bu itibarla, belli bir
geliri olduğu hâlde, bu geliriyle asgari temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve
başka bir mal varlığı da bulunmayan kişilere zekât verilebilir.
Zekâta tabi olma açısından altındaki ayar farkı önemli değildir. Çünkü hangi
ayarda olursa olsun, sonuç itibariyle altın hükmündedir. Buna göre farklı ayarda
da olsa bütün altın çeşitleri tek başlarına veya diğer ayardaki altınlarla
birlikte toplam ağırlıkları 80,18 grama ulaştığında, diğer şartları da taşıması
hâlinde zekâta tabidir. Bu durumda farklı ayarlardaki altınların zekâtı,
değerleri üzerinden hesaplanarak, % 2,5 oranında verilir.
Aslî ihtiyaçlar; ev, ev eşyası giyecek, ulaşım aracı ve yiyecek gibi hayatın
güvenli ve sağlıklı bir şekilde devamı için gerekli olan şeylerdir. Bu
ihtiyaçları temin etmek için biriktirilen paralarla onları karşılamak üzere
sözlü ya da yazılı herhangi bir taahhüde girilmişse o takdirde bu paralardan
zekât vermek gerekmez. Çünkü sözlü ya da yazılı taahhüde girildiğinde bu para,
artık temel ihtiyaç için harcanmış demektir. Ancak böyle bir taahhüde
başlanmamış paranın, nisap miktarına ulaşması ve üzerinden bir yıl geçmesi
hâlinde, zekâtının verilmesi gerekir.
Akıllı olmayan ve büluğ çağına ermemiş olan kişiler, dinen mükellef
olmadıklarından zekât ile sorumlu değildirler. Ancak, zenginlerin malında
fakirlerin hakkı olduğu için, zengin olan çocuk ve deliler kendileri mükellef
olmasa da, veli veya vasilerince bunların mallarından zekât verilmelidir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak
vardır” buyrulmaktadır. (Zâriyât, 51/19)
Babası ile birlikte oturan kimsenin kendi şahsına ait ayrı malı bulunur ve zekât
için gerekli şartları taşırsa bu kişi zekât vermekle yükümlü olur. Ancak babası
ile mallarını ayırmamışlar da ortak kazanıp ortak harcıyorlarsa, bu takdirde
ellerindeki birikim üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kişi, zekâtla yükümlü
olur.
Vergi bir vatandaşlık görevidir; zekât ise dinî bir yükümlülüktür. Ayrıca zekât
ile vergi, yaptırım yerler bakımından birbirinden farklıdır. Bu itibarla,
devlete ödenen vergiler zekât yerine geçmez. Zekâtın ayrıca verilmesi gerekir.
Kocası ölmüş ise üvey anneye, büluğ çağına erişip evden ayrılmış ise üvey
çocuklara ve üvey babaya, fakir olmaları hâlinde zekât verilebilir. Çünkü
bunlarla zekâtı veren kişi arasında usul (bir kimsenin anası, babası, dedeleri)
ve füru (çocukları ve torunları) ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs
bunlara bakmakla yükümlü de değildir.
Fakir olan damada zekât verilebilir. Koca eşine bakmakla yükümlü olduğundan,
kişinin gelinine zekât vermesi dolaylı olarak kendi oğluna zekât vermesi
gibidir. Bu itibarla, geline zekât vermek- geçerli olmakla birlikte- uygun
değildir.
Zekât mükellefi, kime zekât verdiğini araştırmalıdır. Araştırma sonucu zekât
verilebilecek kişilerden olduğu kanaatine vardığı birisine zekât verir. Daha
sonra bu kimsenin zekât verilecek kişilerden olmadığı ortaya çıkarsa, zekâtı
geçerli olur. Araştırma yapmaksızın zekât verir ve daha sonra bu kimsenin zekât
verilebilecek kişilerden olduğu ortaya çıkarsa, zekâtı geçerli olur; ancak böyle
olmadığı anlaşılırsa, zekâtı geçerli olmaz, yeniden vermesi gerekir.
Sadaka-i fıtır, borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı
mala sahip olan her Müslüman’a vaciptir. Bireyin sadaka-i fıtır ile mükellef
olması için öngörülen zenginlik ölçüsü, zekâtta aranan nisaptır. Ancak sadaka-i
fıtırda, zekâtta öngörülen, malın artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi
şartı aranmamaktadır.
Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü tan yerinin ağarmasıyla vacip
olmakla birlikte, Ramazan ayı içinde de verilebilir. Hatta fakirlerin bayram
ihtiyaçlarını karşılamaları için, bayramdan önce verilmesi daha iyidir. Ancak
Bayram sabahına kadar sadaka-i fıtır verilmemiş ise, Bayram günlerinde ödenmesi
gerekir. Zamanında ödenmeyip sonraya kalan fitreler ise, mümkün olan ilk
fırsatta ödenmelidir.
Hadislerde sadaka-i fıtrın miktarı, arpa, hurma veya üzümden bir sâ’ (yaklaşık
2.917 gram) buğdaydan yarım sâ’ olarak belirlenmiştir. Sadaka-i fıtrın bu
sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme
alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber ve sahabe dönemindeki
uygulamalar dikkate alındığında, sadaka-i fıtır miktarı ile, bir fakirin, içinde
yaşadığı toplumdaki orta hâlli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük
yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Buna göre günümüzde
sadaka-i fıtır, bir kişinin bir günlük normal gıda ihtiyacını karşılayacak
miktar, aynî gıda yardımı olarak verilebileceği gibi, bunun değerinde nakit de
verilebilir. Ancak fakirin yararına olanı tercih etmek daha uygundur.
Ülke ve bölgelere göre geçim standartları farklı olduğundan, sadaka-i fıtır
mükellefinin kendi bulunduğu yere göre bir kişinin bir günlük normal gıda
ihtiyacını karşılayacak miktar üzerinden sadaka-i fıtrını vermesi gerekir.
Bütün ibadetlerde olduğu gibi sadaka-i fıtır yükümlülüğü de geciktirilmeyip zamanında yerine getirilmelidir. Bununla birlikte zamanında ödenmemişse, bu fitrelerin mümkün olan ilk fırsatta ödenmesi gerekir.